24 Mayıs 2016 Salı

Ergin: "Uzman gazetecilere ihtiyaç, her zamankinden daha fazla."


İstanbul Bilgi Üniversitesi,  Çevre Gazeteciliği dersinin bu haftaki konuğu, Hürriyet Gazetesi'nin genel yayın yönetmeni Sedat Ergindi. Gazeteci olmayı hedefleyen öğrencilerin işine yarayacak bilgiler veren Ergin, gazeteciliğin geçmişten bugüne kadar  yaşadığı süreçleri anlattı.
 

Gazetecilik eğitimi alan öğrencilere, cesaretlendirici bir ortamın onları beklemediğini sıklıkla belirten Ergin, gazeteciliğin diğer meslek kollarına göre daha dezavantajlı olduğunu söylüyor. Bunun nedenini ise şu şekilde açıklıyor: "15-20 yıl içerisinde iletişim fakültelerinde patlama oldu. Mezun sayısına göre sektör küçük kaldı. Mezun sayısıyla, sektör aynı oranda büyümediği için iş bulmak sınırlı."

"Sizi bekleyen medya ortamı kutuplaşmış."

Türkiye'nin ciddi bir kutuplaşma ortamı içerisinde olduğunun altını çizen Ergin, bu ortamın hayatın her alanını etkilediğini söylüyor. Bu kutuplaşmanın en çokta medyada olduğunu belirten Ergin, sözlerine şu şekilde devam ediyor: "Kutuplaşma olunca, olgulardan çok ideolojik tutumlar ön planda oluyor. Kutuplaşma beraberinde taraflılığı getiriyor." Bu kutuplaşmanın tarafı olmak istemeyen gazeteciler için bu durumun zor olduğunu söyleyen Ergin, kendi gazetelerinin, bağımız bir çizgide gazetecilik yapmaya çalıştığını belirtiyor.

"Sosyal medya sayesinde elinde telefon olan herkes bir mecra artık."

70'li yıllarda teknolojinin yetersizliğini şu şekilde ifade ediyor Ergin: "70'li yıllarda foto muhabir fotoğrafı çekerdi ve o fotoğrafın gazeteye ulaşması için büyük bir çaba gerekiyordu." Ergin, bugün gelinen noktada sayısız imkan olduğunu, sosyal medya sayesinde elinde cep telefonu olan herkesin bir mecra olduğunu sözlerine ekliyor. Bu durumun ciddi sorumluluklar gerektirdiğini vurgulayan Ergin, "olayların aktarımında filtreler olmuyor bu yüzden nefret söylemlerine sıkça rastlıyoruz. İmkan çok olmasına rağmen olumsuz şekilde kullanılmasına tanık olduğumuzda oluyor" diyor. Gazetecilerin artık kağıttan kimlikle değil de dijital platformlarda karşımıza çıktıklarını söyleyen Ergin, Dünya'nın her yerinde gazete tirajlarının düştüğünü bu yüzdende dijitale yönelimin arttığını ifade ediyor. Ergin, "internette 3 milyonu bulabilirken gazete tirajlarında bu sayıya ulaşmak imkansız" diyor. Türkiye'de bütün haber sitelerinin ücretsiz olduğundan yakınan Ergin, bunun Türk basını için oldukça sıkıntılı bir konu olduğunu bu sebeple platformlarla ilgili gelir planları yapılması gerektiğini söylüyor.

"Mecralar değişse bile toplumun nitelikli gazeteciye olan ihtiyacı bitmeyecek."

Mecralar çeşitlenip değişse bile tek bir şeyin aynı kalacağını, bununda nitelikli gazetecilere olan ihtiyaç olduğunu önemle vurgulayan Ergin, "insanların her zaman uzman gazetecilere ihtiyacı olacak ve gazetecilik bitmeyecek sadece yazılı basın azalacak" diyor.

Türkiye rüzgar konusunda inanılmaz bir potansiyele sahip


Greenpeace Akdeniz, TEMA Vakfı ve World Wide Fund for Nature Türkiye (Dünya Doğayı Koruma Vakfı)  ortak bir panel düzenledi. Paris İklim Zirvesi sonrasında 195 ülkenin imzaladığı Paris Anlaşması'nın enerji politikalarına etkilerinin konuşulduğu panele, Agora Energiewende İcra Kurulu Direktörü Yardımcısı Markus Steigenberger, Rüzgar Enerjisi Birliği'nden Mustafa Serdar Ataseven, Enerji İşleri Genel Müdür Yardımcısı Nilgün Açıkalın, çok sayıda akademisyen ve gazeteci katıldı. Taksim’deki Intercontinental Hotel’de yapılan toplantının başkanlığını TEMA Vakfı Genel Müdürü Barış Karapınar yaptı.

 

Ataseven: "Ekonomi herkesin cebine değmediğinde kimse çevreyi düşünmüyor."

Türkiye'nin rüzgâr konusunda inanılmaz bir potansiyeli olduğunu ancak değerlendirilemediğini söyleyen Türkiye Rüzgar Enerjisi Birliği'nden Mustafa Serdar Ataseven, hedeflerimizde samimiysek her yıl 2 bin megavat gücün devreye alınması gerektiğini dile getirdi. Bugün 4.800 megavat rüzgâr santralinin  işletmede olduğunu belirten Ataseven, Almanya Türkiye'nin yarısı olmasına rağmen kurulu rüzgarının 10 kat fazla olduğunu Dünya'nın destek ve teşviklerle ayakta durduğunu sözlerine ekledi. Türkiye'de bu anlamda olumlu adımlar olduğunu sıklıkla belirten Ataseven hükümeti daha planlı bir politaka geliştirmesi konusunda uyardı. Ataseven: "Maalesef şu da bir gerçek, bir ekonomi herkesin cebine değmediğinde kimse çevreyi düşünmüyor" dedi.

 

Bayraktar: "Türkiye’nin çok ciddi bir güneş potansiyeli var."

Uluslararası Güneş Enerjisi Topluluğu Başkanı Kemal Bayraktar, Türkiye'nin şuandaki gücünün 73.1 megavat, sadece güneş potansiyelinin ise 500 bin megavat olduğunu fakat bunun kullanılamadığını önemle vurguladı. Dünyada kurulu güneş gücünün 228 bin megavatı aştığını sözlerine ekleyen Bayraktar, Almanya ve Türkiye'yi bu konuda kıyasladı. Türkiye'nin Almanya'dan yüzde 60 daha fazla güneşi olmasına rağmen, Almanya'da 40 bin megavat, Türkiye'de ise sadece 249 megavat olduğunu söyledi. Türkiye'nin çok ciddi bir güneş potansiyeli olduğunu sıklıkla vurguladı.

Steigenberger: "Kömürü kaldırmamız gerektiği kesin ama nasıl yapacağımız konuşulur hale geldi."

Agora Energiwiende İcra Direktörü Yardımcısı Markus Steigenberger , hükümetin, kömür kaynaklı santralleri azaltma süreci süreci sebebiyle tüm tarafları bir masaya çağırdığını belirtti. Son iki yıldır bu konunun üzerinde durulduğunu söyleyen Steigenberger, nükleeri yavaş yavaş çektiklerini, Paris'in adeta bir katalizör görevi yaptığına değinen Markus Steigenberger sözlerine şöyle devam etti: " Kömürü kaldırmamız gerektiği kesin ama nasıl yapacağımız konuşulur hale geldi. Ama Almanya’da hala linyitin payı yüzde 25. Bu bir problem. Almanya’da geçen yıl enerjinin yüzde 33’ü yenilebilir enerji. Biz bu işe başladığımızda maliyetler çok yüksekti, şimdi çok düşük. 50 yıllık süreçte yenilenebilir enerji alanında istihdam, yeni bir endüstri yarattık." dedi. Kömürden vazgeçtiklerini şimdi bunu nasıl yapacaklarını tartıştıklarını sözlerine ekledi.

Açıkalın: "Yatırımcıların çevre koşullarına dikkat etmesi çok önemli."

 

Enerji İşleri Genel Müdür Yardımcısı Nilgün Açıkalın, konuşmasında çevrenin önemini sıklıkla vurguladı. Güneşi ikinci planda tutup önce rüzgarı görmeyi planladıklarını belirten Açıkalın, rüzgarda inanılmaz başvuru olduğunu söyledi. Rüzgar enerji santralleri çevreci olda da birtakım sorunları olduğuna değindi. Açıkalın bu sorunlardan bazılarını şu şekilde açıkladı: " Orman arazisi üzerinde olması, kuş göç yolları üstünde olması, yatırımcıların çevre koşullarına uymaması nedeniyle hukuki sorunlar vb. derken rüzgar enerji santralleri beklenen kapasiteye ulaşılamadı." Geçmişten gelen bazı sorunlarında bulunduğunu önemle vurgulayan Açıkalın, iletişim sistemlerinin geliştirilmesi gerektiği konusunda uyarıda bulundu. Bölgesel üretilen enerji tüketim merkezlerinin hepsinin Trakya ve İstanbul'da olduğundan yakındı. Köylülerin sıkça şikayette bulunduğunu belirten Açıkalın, yatırımcıları çevre koşullarına dikkat etmeleri konusunda uyardı. Yatırımcıların halka sadece anlatmasının yeterli gelmediğini, onları da projeye dahil etmeleri gerektiğini vurguladı.

Eskimeyen Vintage Tutkusu


   Türkiye'de antika eşya satıcılığı yıllardır süregelen bir gelenek . Son yıllarda yalnızca eşyalar değil,  ikinci el ve vintage kıyafetler de rağbet görmekte. Avrupa'da yıllardır devam eden ikinci el kıyafet satılan bit pazarları ülkemizde de son yıllarda ilgi görmekte. Türkiye'de, önce ki yıllarda, başkalarına ait veya belirli bir dönemi yansıtan kıyafetleri giyinme fikri pek yaygın değildi, ancak artık moda haline gelen vintage ve ikinci el kıyafetler, özellikle gençlerin ilgisini çekiyor.

   Cihangir'in dar sokaklarında yürüyorum. Korna sesi yok denecek kadar az, sanki İstanbul'da değilmişim gibi. Az ileride içerisi tıklım tıklım olan bir butiğe takılıyor gözüm.  Hemen içeri atıyorum kendimi. İçerisi buram buram tarih kokuyor. Sanki bir dönem filmi çekiliyor da müşteriler de bu filmin oyuncusu. Tuttuğunu kapan kasaya koşuyor çünkü her şeyden bir tane var. Rengarenk otrişler, koca koca çerçeveli gözlükler, yıllanmış saatler, giyilmiş terlikler, 70- 80 ve 90'lı yılları hatırlatan ceketler, babaannelerimizin sandıklarında özenle sakladığı diz altı elbiseler, üzeri aşınmış çantalar ve daha sayamadığım bir döneme damga vurmuş giysiler ve aksesuarlar... İnsanların bu yoğun ilgisi merakımı daha da arttırıyor. Butik sahibiyle ikinci el ve vintage ürünler hakkında derin bir sohbete dalıyorum. Cihangir'de ki bu butiğin adı, Madam Mare Vintage, karı koca işletiyor bu sevimli butiği, Esra ve Ferhat Sak. Bu butiklerden alışveriş yapanlar kadar, bu butiklerden alışveriş yapanları merak edenler var, bende bunlardan biriyim bu sebeple ilk olarak kendilerine ikinci el ve vintage terimleri arasında ki farkı soruyorum. Esra Hanım aynı gibi görünen bu iki terimin aslında çok farklı olduğunu, vintage , döneminde üretilen ürünlere verilen bir ad, ikinci el, ise güncel üretimlerin tekrar değerlendirilmesiyle oluşan kavram olduğunu söyledi. Mağazalarına, ürünlerini özenle seçen karı koca, ürünlerin %90'ını İtalya, Almanya ve Fransa başta olmak üzere çeşitli ülkelerden tamamen kendi zevkleri ve müşterilerden gelen talepler doğrultusunda toparlıyorlar.. Fiyatların neden bu kadar pahalı olduğunu sorduğum da alınan ikinci el ürünleri onarırken oldukça masraf yaptıklarını belirtiyorlar. Vintage ürünlerin fiyatlarının üretim tarihi ve kondisyonlarına göre belirlendiğini de söylediler. Ülkemizde vintage ürünlerin yurtdışına göre oldukça uygun fiyatlı olduğunu, mağazalarına gelen turistlerinde bu ucuzluk karşısında şaşkınlık geçirdiklerini söylüyorlar.

Bu mağaza benim ilgimi çekiyor ama zara ilgimi çekmiyor

   Biz konuşurken, içeriye giren bir müşteri dikkatimi çekiyor. Sanki başka bir dönemden fırlamış gibi. Gözüme yabancı görünen bu kişiye, ortamın atmosferinden ötürü olacak ki çabuk ısınmaya başlıyorum. Esra Hanım bu kişiye baktığımı fark edip, yanımıza çağırıyor. Kendisi butiğin daimi müşterilerinden Nazlı Atasoy. Nazlı Hanım, konuya o kadar hakim ki ben sormadan meraklarımı gideriyor hemen. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakultesi'nde Tekstil Bölümü okuduğunu, vintage ve ikinci el tutkusunun babasının antikacı olmasından geldiğini söylüyor. Daha çok yurtdışından alışveriş yaptığını, Türkiye'de genelde ikinci el ürün satan pazarlardan alışveriş yaptığını birde bu butiğin vazgeçilmezleri arasında olduğunu söylüyor. Günümüzdeki sözde vintage tutkunlarını da eleştirmeden duramıyor Nazlı, kendisinin sırf modaya uymak için almadığını bunu bir hayat ve yaşayış tarzı olarak gördüğü için bu şekilde yaşadığını üstüne basa basa söylüyor. Nazlı, sokakta yürürken kendisine bu dünyaya ait değilmiş gibi bakanlardan da son derece rahatsız. Öyle ki bu tutkunluğa sahip insanlar, belli bir kesim tarafından yadırganıyor, yani insanlarımız  vintage ürünlere ilgi gösteriyor gibi görünse de ülke baştan aşağı vintage ı henüz kaldıramıyor.  Nazlı'nın, kendini özgür hissettiği yerlerin başında Cihangir, Çukurcuma, Beyoğlu geliyor...

 

Bu işin nerede yapıldığı değil nasıl yapıldığı önemli

   Başka şehirlerde bu tutku nasıl ilerliyor merak ediyorum. İnternetten vintage butikler hakkında ufak bir araştırma yaparken karşıma sürekli "KÜF" adında bir butik çıkıyor. İzmir'de Alsancak'ta bir butik, telefon yoluyla ulaşıyorum butik sahibi, Buket Hanıma. Kendileri daha çok internetten satış yaptıkları için vintage ürünlerin internet piyasasında nasıl işlediğini merak ediyorum. Buket Hanım Küf Vintage'da ağırlıklı olarak günümüz trendlerinin vintage yorumlarının bulunduğunu, dökümlü kaşmir paltolar, tulumlar, 80'li ve 90'lı yılların deri ve denim ceketler, dünya markalarının altın kaplama ve sınırlı sayıda üretilmiş gözlükleri, çizgili takımlar, oduncu gömlekler ve blazerlara rastlamanın mümkün olduğunu söylüyor. Vintage tutkunları tarafından, Türkiye'nin en popüler vintage butikleri arasına girmeye hak kazanmış butikte İstanbul-Ankara-Antalya başta olmak üzere Türkiye'nin her yerine ürün satılıyor. Butiğiniz İstanbul'da olsa daha mı çok satış yapardınız diyorum, ''Bizde bu işin nerede yapıldığı değil nasıl yapıldığı önemli'' şeklinde cevap veriyor soruma Buket Hanım.

   Son dönem de bu tutkunun artış göstermesini de şuna bağlıyor butik sahibi, vintage'ın bir kültür olduğunu. Bu kültürle tanışan insan sayısının artmasıyla vintage giyenlerinde arttığını söylüyor. İnsanların bu kültürle tanışmasında ki rolün başında şüphesiz televizyon programlarının geldiğinin de altını çiziyor.

İnternetten ilaç satan sitelere erişim niçin engellenemiyor?


 

 
  Ülkemizde son 5 yıl içerisinde bilinçsiz ilaç kullanımı sonucunda hayatını kaybeden insan sayısı arttı. Bu artışı tetikleyen etkenlerin başında internet siteleri üzerinden satılan içeriği belirsiz ilaçlar geliyor. Peki bu siteler niçin kontrol altına alınamıyor, bitmesi gereken yerde niçin artarak çoğalıyor?

 Teknik altyapı yetersiz

   Sağlık Bakanlığı Denetmen Yardımcı Selçuk Aygülü, durumu şöyle açıklıyor: "Mevzuata aykırı sağlık beyanı ifadeleri ile ürün tanıtım veya satışının internet siteleri üzerinden yapıldığının tespiti halinde; kurumumuz, sağlık beyanı kavramının mevzuatta yer almaya başlaması ile birlikte Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı ile imzalanan protokol gereği, sağlık beyanı ile ürün tanıtım veya satışının gerçekleştirildiği internet sitelerini, Güvenli İnternet Hizmeti kapsamına alınması için online ihbar yoluyla Telekomünikasyon İletişim Başkanlığına bildirmekteydi. Fakat ülkemizde Güvenli İnternet Hizmeti, kullanım alanının pek yaygın olmaması nedeniyle, bu işlemler çok etkili olmamaktaydı. Daha sonra, internet sitelerinin tamamen erişime engellenmesinin daha iyi bir yöntem olabileceği düşünüldü. Yapılan mevzuat düzenlemeleri kapsamında, 1262 sayılı Tıbbi Müstahzarlar Kanununun 18. maddesinin üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkrasına göre, ' Tanıtım veya satışların internet üzerinden yapılması halinde, Bakanlık tarafından derhal erişimin engellenmesine karar verilir ve bu karar uygulanmak üzere Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu'na bildirilir. Yetkili merciden izin almaksızın veya verilen izne aykırı olarak sağlık beyanı ile ürün tanıtım ve satışını yapanlar hakkında Yirmi Bin Türk Lirasından Üç Yüz Bin Türk Lirasına kadar idari para cezası verilir.Fiillerin tekrarı halinde verilecek idari para cezası, daha önce verilen cezanın iki katı olarak uygulanır.' Aynı kanunun 19. maddesinin birinci fıkrasına göre ise 'Müstahzar olmamakla beraber hastalıkları teşhis ve tedavi ettiği beyanı ile herhangi bir ürünün satışını pazarlamasını veya reklamını yapanlar bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ayrıca bunların tanıtım veya satışlarının internet veya başkaca herhangi bir elektronik ortam üzerinden yapılması halinde 18. maddenin üçüncü fıkrası uygulanır.' şeklinde düzenlenmiştir." dedi. İnternet üzerinden satılan ilaçların satışını arttırmak için Sağlık Bakanlığı'ndan onaylıdır cümlesine kesinlikle güvenilmemesi gerektiğinin sıklıkla altını çizen Aygülü, "1262 sayılı kanuna göre, Sağlık Bakanlığı'ndan ruhsat almış ürünlerin internet, televizyon ve radyo dahil olmak üzere reklam ve tanıtımı yasaktır." dedi.

   Aygülü sözlerine şöyle devam etti: " İlgili internet siteleri, kurumumuzca hazırlanan 6502 sayılı kanunda 'Tüketiciyi aldatıcı veya onun tecrübe ve bilgi noksanlıklarını istismar edici, can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürücü, hastaları, yaşlıları, çocukları ve engellileri istismar edici ticari reklam yapılamaz.' hükmü doğrultusunda internet siteleri, reklamların aldatıcı ve yanıltıcı olması nedeniyle gereğinin yapılması için Gümrük ve Ticaret Bakanlığı'na bağlı Piyasa Gözetimi Genel Müdürlüğü'ne bildirilir. Anılan Bakanlıkta kendi mevzuatı çerçevesinde gerekli incelemeleri yaparak konuyu değerlendirir, reklamları durdurma ve idari para cezası uygulama işlemleri gerçekleştirir." dedi.

   İnternet sitelerinin erişime engellenmesine dair alınan kararların uygulanması aşamasında bazı teknik sorunların da yaşandığının altını çizen Aygülü, bunu bir örnekle açıkladı. " Örneğin, "http" protokolüne göre hazırlanan internet siteleri tarafımızca erişime engellenebilirken, "https" protokolüne göre hazırlanan internet siteleri teknik altyapı yetersizliği nedeniyle erişime engellenememektedir. Diğer taraftan, kapatılan internet sitesi hangi hizmet sağlayıcı (ttnet, vodafone, turkcell, vs.) altyapısını kullanıyorsa o operatör şirket ile beraber diğer şirketlerinde bu kararı uygulaması gerekiyor ki hiçbir hizmet sağlayıcıdan o siteye ulaşılamasın. Bazı hizmet sağlayıcılarının bu kararları geç veya hiç uygulamaması halinde internet siteleri bu hizmet sağlayıcıda açılırken, kararı uygulayan diğer hizmet sağlayıcılardan bu sitelere erişim mümkün olmamaktadır." dedi.

Yer yüzündeki savaştan daha zor

   Bilişim Uzmanı Hüseyin Dursun, konuyla ilgili açıklamalarda bulundu. Bizim kullandığımız internetin, internetin çok küçük bir kısmı olduğunu söyleyen Dursun, şikayet gelmeden, bu internet sitelerini tamamen kapatabilmek için, şebekeyi ele geçirmek gerektiğini, bunun içinde ciddi bir altyapı gerektiğini vurguladı. Bunun bir teknolojik sorun olduğunu söyleyen Dursun, ne kadar takip edilirse edilsin, bu siteleri açanların, internetin erişilemeyen yerlerini kullandıklarını belirtti. Bu sitelerle mücadele etmenin yer yüzündeki savaştan daha zor olduğunu da sözlerine ekledi.

Eczacıları odasının konuyla ilgili çalışmaları devam ediyor

   İstanbul Eczacı Odası Kurumsal İletişim Müdürü Merve Memişoğlu, bu konuyla ilgili haftada en az 5 kez şikayet aldıklarını, bu şikayetler doğrultusunda, ilaçların satıldığı web sayfalarına dava açtıklarını ve Sağlık Bakanlığına da başvuruda bulunduklarını söyledi. Türk Eczacılar Birliği seçimleri sonrası, Eczacı Birlikleri internette ilaç satışının önünün kesilmesi konusunda girişimde bulunacaklarını söyleyen Memişoğlu: "Bizimde bu konuyla ilgili çalışmalarımız devam etmektedir."dedi.

Bu tip davalarda hiçbir şey elde edilemiyor

   Avukat Mahmut Koyuncu daha önce konuyla ilgili birkaç davada bulunduğunu söyledi. Koyuncu bu davaları genel hatlarıyla anlattı. İnternet üzerinden satış yapanların iktisadi ve ekonomik durumlarının olmadığını, bireye zarar verdikleri zaman bunu tazmine edecek kişi oldukları için, bu tip davalarda hiçbir şey elde edilemediğini söyledi. Bunu daha önceki davalarından birinde yaşadığını belirten koyuncu, o davayı şöyle anlattı. Müvekkilinin, internet üzerinden aldığı bir kremin cildinde yanıklar oluşturduğunu belirterek açtığı tazminat davasını kazandığını, fakat satın aldığı sitenin kurucusunun bu tazminatı karşılayacak bir bütçeye sahip olmadığını, tazminatta anlaşmaya giderek, fiyatı düşürdüklerini belirtti.

16 Mayıs 2016 Pazartesi

Son dönemde sağlık sektöründe en çok tartışılan konulardan biri, sporcuların kullandığı protein tozları. Peki, protein tozları sandığımız kadar zararlı mı?



 

 
 
Beslenme uzmanı  Melis Torluoğlu, protein tozlarının, uzun vadeli kullanımının karaciğer ve böbreklerde işlevsel bozukluklara neden olduğunu, bu sebeple de hastalarına önermediğini söylüyor. Torluoğlu sözlerine şu şekilde devam etti: "Yalnızca egzersiz yapan kişilerle profesyonel olarak hayatını spor yaparak geçiren bireyler arasında büyük fark var. Günümüzde spora başlayan her bireye spor hocaları tarafından protein takviyesi öneriliyor, fakat bu takviye yalnızca profesyonel sporcularda faydalı olabiliyor. Bu yüzden egzersiz yapan hastalarıma ek ürünler yerine, beslenmelerinde bazı değişiklikler yaptırıyorum, bu ufak değişiklikler daha kalıcı sonuçlar doğuruyor."

Spor hocası Metin Korkut, Melis Torluoğlu'nun profesyonel ve pasif sporcular ile ilgili söylemlerine katılmıyor. Korkut, spor yapan her bireyin rahatlıkla kullanacağını söylüyor. Ürünlerin performansı arttırdığını belirten Korkut, protein tozları sayesinde vücudun protein ihtiyacını kısa sürede karşıladığını belirtiyor. Dahiliye uzmanı Recep Bolat, protein tozlarının performans arttırıcı yani doping veren maddeler içerdiğini ve bu maddelerinde, böbrekler için ciddi bir tehlike oluşturduğunu söyledi.

Spor hocası Metin Korkut, protein tozunun çeşitlerini şu şekilde anlattı: " Bu ürünler kısa sürede vücudun protein ihtiyacını karşıladıkları için bir nevi sıkıştırılmış proteinlerdir. Whey, casein, egg, soy proteinleri olarak dörde ayrılır protein tozları. Bu ürünlerin kullanımı kişinin amacına ve beslenme alışkanlıklarına göre değişkenlik göstermektedir. Bazı kişilerde laktoz intoleransı yani süte alerji bulunmaktadır. Bu kişiler süt içtiklerinde ne kadar rahatsızlık duyuyorlarsa, whey ve casein proteinlerini kullandıklarında da aynı şekilde vücutları reaksiyon gösterebilir." Bir diğer spor hocası Nuray Gül, protein tozuyla kısa zamanda hızlı sonuçlar elde edilebileceği fikrine katılıyor fakat doğal yollarla beslenmenin sağlık açısından daha doğru olduğunu, protein tozlarının kimyasal içerikli olduğunu söylüyor.

Dahiliye uzmanı Recep Bolat, spor hocalarının "kısa süre ve güzel vücut" tarzında cümlelerle insan hayatına dolaylı yoldan zarar verdiklerini belirtiyor. Sporcunun yapması gereken en temel şeyin sağlıklı beslenme olduğunu belirten Bolat şunları söyledi: "Bu ürünler çok masum gösteriliyor fakat proteinlerle ilgili bütün düzenlemeleri böbrekler ve karaciğerler bu yüzden yüksek yoğunlukta takviye gıda kullanmak böbrekler için ciddi bir tehdit." Her spor çeşidinin protein ihtiyacının farklı olduğunu söyleyen Bolat, kas kuvvetine dayalı spor yapan kişinin proteine daha çok ihtiyacı olduğunu, bu ihtiyacı karşılamak için normalinden daha fazla et, süt, yumurta ve bitkisel protein içeren baklagiller tüketmesinin daha doğru olacağını sözlerine ekledi.

Spor hocasının tavsiyesi üzerine 2 senedir protein tozu kullanan başlayan Ayça Sürmeli, spor performansının arttırdığını ve kendisinde bağımlılık yaratmaya başladığını söylüyor. Ek bir gıdaya bağımlı olmaktan son derece rahatsız olan Sürmeli şunları söyledi: "Spora gidemediğim zamanlarda içiyorum ve bu psikolojik olarak rahatlatıyor beni. O gün onu içmesem vücudumu yağlanmış hissediyorum. Spor hocam başlarda kullanmam için teşvik edici konuştu ama artık protein tozu kullanan birine göre daha az spor yapıyor olmamdan yakınıyor." Bu durumdan son derece rahatsız olan genç kadın, "vücudunuz için kalıcı ve sağlıklı bir şeyler yapmak istiyorsanız benim yaptığım bu hataya düşmeyin" diyerek kullanmaya henüz başlamayanları uyardı.

 

YENİ bir MEDYA anlayışı


2012 yılında İstanbul Üniversitesi İktisad Fakültesi'nden mezun olan Kılıç, 8 yıllık bir gazetecilik deneyimine sahip. Ablasının, üniversite yıllarında çıkardığı gazetelere çok özendiğini bu sebeple gazeteci olmaya karar verdiğini söyledi. İlk adım olarak internette formlar kurduğunu, bloglar yazdığını belirten Kılıç, üniversite 1. sınıfta iletişim bölümündeki arkadaşlarıyla bir okul gazetesi hazırladıklarını daha sonra hocalarının yardımıyla staj yapma imkanı bulduğunu söyledi. 20 yaşındayken Radikal'de birden fazla haberinin manşet olmasının kendisini motive ettiğini sözlerine ekledi. Birden fazla gazetede staj yapma imkanı bulan Kılıç, bir tanıdığının vasıtasıyla Al Jazeera Türkiye'ye başvurup, işe alındığını söyledi. İşe alımının kısa sürede başarıyla sonuçlanmasını Türkiye'de yeni medya ile ilgilenen gazetecilerin azlığına bağladı.  

 

 
 

Yeni medya dünyada 2 yıldır var olan bir medya türü fakat Türkiye'de henüz kullanılmadığını belirten Kılıç, bu türün sosyal medyada aktif olduğunu söyledi. Al Jazeera Türk'ün yeni medya masasını farklı içerik türleri üretmeye çalışan bir masa olarak açıkladı Kılıç. Yeni medyayla hayatımıza giren içerik türleri: hikaye anlatıcılığı, infografikler, interaktifler, haritalar üzerinden anlatılar, testler ve sosyal videolar. Kılıç, Yeni Medya haberciğinde en konuşulan içerik türü olan sosyal videoları şu şekilde açıkladı: "süreleri en fazla 2 dakika olan, üzerine metinlerin yada grafiklerin konulduğu bir video şeklidir. " . Videolarda Türkçe konuşulduğu halde alt yazı olması ise, otobüste giderken sesini açmadan dinlemek isteyenler için olduğunu söyledi. Bazı internet sitelerinin  başkaları tarafından yapılan videoları alıp kendi yapmış gibi gösterdiklerinden oldukça rahatsız olduğunu sözlerine ekleyen  Kılıç, videoları Al Jazeera  logosu kalacak şekilde yayınlayacak olan herkesin alabileceğini belirtti.

 

Sosyal medya editörlerine haberci gözüyle bakılmıyor.

Türkiye'de yeni medya masalarının olmadığını sosyal medya masaları olduğunu söyleyen Kılıç, "bu masalarda çalışanların işleri yalnızca tweet atmak ve Facebook'ta paylaşım yapmak" dedi. Gazeteler ve televizyonlarda sosyal medya ajanslarıyla çalışıldığını fakat bu ajans çalışanlarına haberci gözüyle bakılmadığını dile getirdi. "Haberi biz yapıyoruz onlar sosyal medyada paylaşıyor olarak görülüyor" görüşünde olunduğunu belirtti.
muhabir haber öneriyor yada siz öneriyorsunuz. bu içeriğe video çekleim diyorsunuz onları yönelndiriyorsunuz. yazıyı 5 bin kişi izliyor videoyu 1 miyon kişi izliyor. al jazeere türkiyeden baska bu içerik türünü yapan yok. günlerce ugrasılan videonun 3 dksını hazırlıyorsun. Masalar: en fazla muhabir çalıştıran internet sitesi al jazeere tv projesi için geldi olmadı dijitale kaydı bu sebeple yalnızca 25 kişi kaldı. planning desk: muhabirlerden sorumlu, her sabah haber toplantısı, günün rutini konuşuluyor. new media desk: 10 kişilik ekip, news desk var oda günlük rutini takip ediyor. sitenin günlük akışını 24 saat kontrol ediyorlar. ajanstan gelen insanlar bizim anlattığımız haberi duyunca heyecanlanmıyorlar. Bu habercilik birazda çılgın işler yaptığın bir heyecan.  kendimiz nasıl geliştirebiliriz? kişisel deneyimi yeni gazetecilik var ve bu alanda çalışan çok insan yok buradaki kilit nokta hem haberci olmak hemde bu teknolojik içerikleri kullanabilmek. Hala insanlar sosyal medya uzmanı bunlar gazeteci değil diyor. Sadece haber yazarak iş bulamazsınız artık çünkü haberi herkes yazıyor bir sekilde piyasada cok deneyimli insanlar var onlar yazar haber, siz gençsiniz ve bir yere gideceksiniz yeni şeyler götürmeniz gerekiyor.onerim mutlaka muhabirlik yapmanız lazım.. bi video gördüğünüz zaman bende yapabilirim bunu demeniz gerekiyor. akademide bir şekilde yön veriyor.önce iyi bir gazeteci olmak gerek.  . Ahmet hamdi tanpınarın sözü , türkiye evlatlarına dinlenme sansı vermiyo. hergün bir şey oluyor siyasi kavgalar bombalar hiçbir zaman kafanızda hiçbir şey olmadan bugün kitap mı okusam falan çok nadir diyebiliyorsunuz. Dünya'ya daha hakim olarak çalışmak isterim. türkiyede hiç bir zihin açıcı olaydan dünyada olan haberimiz olmuyor.

 

Duygu Demirdağ Bilgi Üniversitesi öğrencilerin sorularını cevapladı.


   İstanbul Bilgi Üniversitesi Çevre Gazeteciliği dersinin bu haftaki  konuğu, CNN Türk'ün son dönemde adına sıkça rastladığımız spikeri, Duygu Demirdağ'dı. Gazetecilik alanında yüksek lisans yapan spiker Demirdağ, 4 sene yerel bir kanalda çalıştıktan sonra CNN Türk'te çalışmaya başladığını belirtti. Bu yolda ilerlemek isteyen öğrencilerin sorularını cevaplayan başarılı spiker, eğitimden çok tecrübenin önemli olduğunu sıkça vurguladı.

Demirdağ: "Artık bu hızlı tempoya dayanamayacağımı düşündüm."

   Kanalda çalışmaya başladığı ilk yıllar sabah 9'dan akşam 10'a kadar çalıştığını dile getiren Demirdağ sözlerine şu şekilde devam etti: " O kadar çok çalışıyordum ki artık bu hızlı tempoya dayanamayacağımı düşündüm, kanaldaki birçok kişi bu düşüncemi  fark etmiş olacak ki, 'Neden pes ediyorsun görmüyor musun senin yerinde ekranlarda olmak isteyen ne kadar çok insan var' gibi ifadeler kullandılar.''

Sahada olmak önemli

   Tavsiye bekleyen öğrencilere, habercilikte sahada olmanın önemli olduğunu belirtti. Kendisinin muhabirlikle başladığını söyleyen Demirdağ, haberi aktarırken, her zaman ezberden çok haberi anlamaya çalıştığını dile getirdi. Prompter (kamera önüne yerleştirilerek, çekimi yapılan kimseye yazılı veya görüntülü hatırlatmalar yapan elektronik alet) kullanmadan habere hazırlanan spiker,  bu  sayede izleyicinin olayları daha rahat ve akıcı bir şekilde anlamasına yardımcı olduğunu söyledi.  Canlı yayınlarda bu kadar başarılı olmasını neye bağladıklarını soran öğrencilere cevabı ise şu şekilde oldu: "Her spikerin bir editörü vardır ve canlı yayın esnasında kulaklıktan editör bilgilendirme yapar, spikerin az da olsa yükünü hafifletir,  fakat benim başlarda editörüm yoktu. Canlı yayındaki başarımın büyük bir kısmını buna borçluyum. Yük tamamen benim omuzlarımdaydı,  bu durum da benim canlı yayınlardaki başarımı arttırdı. Bunun yanında iyi bir dile sahip olmasının da önemli olduğunu vurguladı.

Talimatlar Bülteni

   Kabul edilemeyeceğini bilebile haber önerisi yaptığını söyleyen Demirdağ: "ülkemizde basın özgür olmadığından ana haber bülteninden çok talimatlar bültenine dönüyor iş" dedi.